25 Şubat 2014 Salı

KÖRLÜK- JOSE SARAMAGO


birgün aniden kör olsaydım muhtemelen ilk düşüneceğim şey eve nasıl gideceğimdir. insan böyle bir durumda ilkin ,doğal olarak korunma ihtiyacı hisseder. korunmanın en cisimleşmiş hâli de evdir. herkesin kör olduğu bir dünyada yaşasaydım içimdeki o bencil şey ortaya çıkar ve sadece kendimi düşünürdüm. her türlü ahlaksızlığı ,burada tabi ahlak kavramının değişkenliği de göz önünde bulundurulmalı, yapardım. nasıl olsa kimse beni görmüyor diye gidip bir duvar kenarına büyük abdestimi yapar arkama bile bakmazdım. köşe başlarında sıkıştırdığım biriyle sevişir seslerimizi duyanları umursamazdım bile. elektrik su olmadığından banyo yapmaz kirden katmerlenmiş vücudumu aleni bir şekilde sergilerdim. havalar sıcaksa çırılçıplak dolaşırdım.
aç kalmayayım diye insanların elindekileri çalardım. zor kullanırdım. gücüm sezgilerim beni ne yapıyorsa o olurdum. körler dünyasında kral olurdum.
olur muydum bilmiyorum. zira içimde hala tanrı var. ve beni görüyor diye düşünürdüm sanırım. ne kadar böyle devam eder, tanrıyla birlikte olurdum bilemiyorum ama en azından hemencecik azıtacak bir adam değilim.
körlükte insanlar tüm ahlaki değerlerden kendilerini soyutluyorlar, gelen körlük fiziksel bir çöküşten ziyade ruhsal bir yıkım oluyor onlar için. madem kimse görmüyor o halde her şey mübahtır.
saramago insanı tanıyan bir yazar ve tüm şehrin kör olduğu bir dönemde neler olabileceğini iyi kestirmiş. böyle bir şey olsa idi aşağı yukarı kitapta anlatılanlar yaşanırdı. kültürden kültüre göre değişse de değer yargıları er geç yerle bir olurdu.
kitapta gözleri gören sadece doktorun karısı kalıyor. onun bölümlerini okudukça bu kitabın peygamberi olduğunu düşündüm kadının. tüm peygamberler gibi o da yanlışı görmekle cezalandırılmış. ve onları elinden geldiğince düzeltmekle. yanına kattığı altı kişi ve bir de köpekle bana ashab-ı kehf'i hatırlattı. belki saramago bunu bilerek yaptı belki yapmadı bilmiyorum. ancak benzer bir durum onların da başına gelince onlar uyumuşlardı. bu çılgınlık bitene kadar uyumuş ve kurtulmuşlardı. bu kitaptaki insanlar ise kör oldular. kurtuluş için kör olmak gerekiyor sanırım. ya da uyumak.
doktorun karısı kiliseye girdiğinde tüm tasvirlerin ve heykellerin gözünü bantlanmış olarak görür. birisi artık tanrı bile kör oldu mesajı vermektedir. halbuki tanrı mutlak bir görme eylemi için gözlerin kapatılması gerektiğini buyurmaktadır aslında.
görmek istiyorsan görmenin ne olduğunu bilmek istiyorsan gözünü kapat.
baki selamlar.

16 Şubat 2014 Pazar

CESUR YENİ DÜNYA- ALDOUS HUXLEY

..." eğer tanrıyı biliyorsanız niye onlara anlatmıyorsunuz?" diye sordu. "tanrı hakkındaki bu kitapları niye vermiyorsunuz insanlara?"
"onlara othelloyu neden vermiyorsak, bunları da aynı nedenle vermiyoruz: eskiler de ondan; yüzlerce yıl öncesinin tanrısını anlatıyorlar. şimdinin tanrısını değil."
"ama tanrı değişmez ki."
"insanlar değişir ama."
"ne fark eder?"

dürüstçe bir soru sorar vahşi " ne fark eder?"
bu kitabı elime aldığımda orwellin 1984 kitabında ne hissetmişsem aynısını hissederim diye umuyordum. eser 1984 kitabından önce yazılmış. iki kitap da bir distopyayı anlatıyor. ancak cesur yeni dünya farklı bir distopya. öyle karamsar bir tablo değil buradaki. insanın hoşuna gidecek türden bir dünyayı anlatıyor. ancak yine de acaba  insan bu kadar mutlu olmak ister mi sorusunu da beraberinde getiriyor.
her şeyin önceden ayarlandığı bir dünya ile karşılaşıyoruz kitapta. ünlü arabacı henry forddan 632 yıl sonrası londradayız. insanların yeni tanrısı forddur artık. deney tüplerinde dünyaya gelen insanlar farklı kast sistemlerine sahiptir. bu kast sistemine göre herkesin şartlandırılmış bir görev hiyerarşisine uygun hareket etmesi gerekmektedir. aksini düşünmezler bile üstelik öyle bir şartlandırma ki herkes mutludur durumundan.
soma haplarıya bu mutluluk isterseniz daha da katmerlenmektedir. ebeveyn kavramı yoktur hatta bu kavram oranın insanları için pornografik bir ahlaksızlığı temsil etmektedir. dileyen dilediği ile birlikte olmakta ve bu teşvik edilmektedir. bunu aksatanlara tabiri caizse kötü gözle bakılmaktadır. işte böyle bir dünyada yaşayan bernard marx bir gün sınırın elektrikli tel örgülerle ayrıldığı vahşilerin yaşadığı ayrı bölgeye gidip oradan bir genci londraya getirir. vahşi diye tanınan bu gencin iki dünya arasındaki farkın altında ezilişini anlatan bu kitabı sevdim.
sevdim çünkü yaşadığımız dünyayı bir nebze hatta ne bir nebzesi bol nebze anlatan bir eser. modern hayatın şu kitaptakinden pek farkı kalmadı aslında. forddan 632 yıl sonrasına gitmemize bile gerek kalmadı. soma denilen uyuşturucuyu her gün ekranlarımızdan bolca alır hale geldik. cinsellik bir tabu bile değil. bakmayın siz tabu dediklerine kim kiminle birlikte olamıyor bu devirde.
tanrıyı kaybettik. onu bir kitaba mahkum ettik. tanrıyı anlamak için sakallarını gözümüze sokan hocaların dillerine bakar olduk.
hey cesur yeni dünya. vahşi gibi olanlara bazen meczup dedik bazen taşladık. bizden olmayan bizden değildir kabilinden davrandık.
insanlar değişti değiştikçe tanrıyı da değiştirmeye kalktılar. değişmeyen tanrıyı gördükçe kendi tanrılarını yarattılar. bunlara taptılar. işte buna da modernleşme dediler. bize modernleşmenin putlarını yıkacak eli baltalı ibrahimler gerekiyor. bize cesur yeni dünyaya boyun eğmeyen vahşiler gerekli. işte bu kitabı bu yüzden sevdim. okuyun seversiniz.
baki selamlar.

14 Şubat 2014 Cuma

KABİL- JOSE SARAMAGO

tanrı insanı yarattı. şeytan artislik yaptı sonra çekti gitti. insana düşman kesildi. adem ile havva dünyaya kovuldular. sonra ilk çocuklar habil ile kabil kavga etti. kabil kardeşini katletti.
bunu bilmeyen yoktur sanırım. işte bu kitap buradan başlayarak ilerleyip hikayenin aslında öyle göründüğü gibi olmadığını anlatıyor. kabil aslında masum olabilir mi sorusunu kafamıza sokuyor. kutsal kitaplarda anlatılanların öyle olmayabileceğini daha doğrusu din tarihinin o kadar da masum olmadığını anlatıyor. hatta tanrı bile masum değildire kadar götürüyor yazar işi.
şimdi duruyorum. bunu yazan adam kominist ben değilim. ben öyle böyle mütedeyyin bile sayılabilirim. normal şartlar altında benim bu kitabı ilk sayfada yırtıp atmam bile gerekebilir. peki okuduğum en iyi kitaplardan biri olmasının sebebini nasıl izah etmeliyim. bir kitabın iyi olması için anlattıklarının doğru olması gerekmiyor.en azından benim doğrularımı anlatması gerekmiyor. deli saçması bile denebilir içindekilere ama kitap ve yazarın üslubunun iyiliğini gölgelemez bu durum.
saramagoyu daha yeni okumaya başladım. belliki din ile meselesi olan bir adam. şu aralar körlük kitabına da  başlamak üzereyim ve diğer kitaplarını da en kısa zamanda okumak istiyorum. düşünceleri beni etkilemiyor aslında başta da dediğim gibi ben adamın anlatış tarzına hayran oldum. insan tabiatını anlatan kitapları sevdiğimi daha önce de belirtmiştim bu yüzden saramago okunması gereken yazarlardan.
"kabil" kutsal kitaplarda anlatılan kıssaların saramago tarafından kabil etrafında tekrar yorumlanışı. kahramanımız kardeş katili. tanrı ile bir pazarlık sonucu zaman ve mekandan bağımsız dolaşabiliyor. bazen nuh ile karşılaşıyor bazen ibrahim ile. çok fazla ayrıntı vermek istemiyorum. zaten ilk sayfasından itibaren elinizden bırakamayacağınız bir kitap.
bir de ne zaman biz de bu kadar cesur yazarlar çıkacak onu merak ediyorum. tanrı ile meseleyi geçtim o biraz zor bu topraklarda da . bari sistem ile meselesi olanlar çıkaydı. o da yok. öyleymiş gibi olanlarda zaten mış gibi yapmışlar. yani son tahlilde böyle yazarlarımız hiç olmadı bizim.
baki selamlar.
saramago hakkında
kitap satışı

10 Şubat 2014 Pazartesi

ASSİSİLİ FRANÇİS- NİKOS KAZANCAKİS

Bir önceki yazıda Kazancakis demişken devam edişim kazancakisten olsun istedim. bu arada belirtmeden edemeyeceğim kazancakis benim en sevdiğim yazardır. hani george orwell dayı ile atbaşı giderler ama kazancakis yele farkıyla öndedir diyebilirim.
aslında kazancakisin bu kitabından daha fazla beğendiğim Zorba ve Günaha Son Çağrı kitaplarını anlatmak isterdim ancak okuyalı uzun bir süre oldu ve o kitaplar hakkında kelam etmek öyle kolayca olacak iş değil. zaten yazdığım sandalye tahtadan ve her tarafım sıkıntı içerisinde. Onlar sonraya kalsın.
bu kitabın türkiyede yeni bir baskısı mevcut o yüzden fotoğrafta gördüğünüzü ancak sahaflardan bulabilirsiniz. yeni baskı iz yayıncılıktan Allahın Garibi ismiyle yayınlanıyor.
gelelim kitaba. hristiyanlıkta fransisken tarikatı vardır. bu tarikatın ismini aldığı şahıs işte bu kitabın konusunu teşkil ediyor. aziz francesco. Sıradan bir soylu adamdan sıradan olmayan bir azize dönüşüşünü kazancakisin eşsiz üslubuyla okuyorsunuz bu kitapta. kazancakis aynı günaha son çağrı kitabında olduğu gibi nasıl hz isayı insan yönleri ile ele almışsa burada da francescoyu o şekilde anlatıyor. bir önceki yazımda belirtmiştim o insanı en iyi anlatan yazarlardan bence. ve bunu sokaktaki insandan değil batı dünyasının bazen tanrılaştırdığı bazen melekleştirdiği kişiler üzerinden götürüyor.
kitaba dair aklımda kalanlardan biriside francesconun ilk müridi diyebileceğimiz birader leo karakterdir ki onun bahsi geçtikçe kendimi okuyormuşum gibi bir hisse kapılıyordum. salt sıradan basit bir insan olan leoda kendimi bulmuştum. françisin çektiği eziyetleri gördükçe bunu yapamayacağını bu işlerin ona göre olmadığını düşünmesi ama diğer taraftan françisin bir aziz olduğuna inanması . dünya hayatının da tatlılığı leonun ikilemini oluşturur. ya aziz ol cennet senin olsun ya da boş ver azizliği bu dünyada cenneti yaşa burada aziz ol. çok sevmiştim o karakteri.
biraz önce kitabı yanı başıma tekrar aldım ki içinde altını çizdiğim bölüm varsa buraya yazayım diye. ben ne bedbaht bir adamım ki kitaptan bir tane bile sözün altını çizmemişim. tabi bu kitapta altını çizeceğimiz yer olmamasından değil muhtemelen benim okurken gidip kalem almaya üşendiğimdendir. zaten pek de sevmem kitap karalamayı. kitap okunmak içindir karalama yapacaksak gideriz a4 kağıdı alırız. işte leo böyle bir adam.:))
Kazancakisin diğer kitaplarını da anlatmak ümidiyle
baki selamlar.

Yazar hakkında bilgi için.
Kitabın satış bilgileri için.

HAYAL KIRIKLIĞI KİTAPLARI SEÇKİSİ -2 : YERDENİZ ÖYKÜLERİ

Sanırım yüzüklerin efendisi serisinin arka tarafında reklamını görmüştüm ilkin. Hep merak edip bir türlü okuyamadığım bir seriydi. Sonra net dünyasında da adı sıklıkla karşıma çıkar olunca 2009 yılında aldım okudum. Bu arada Ursula ablamızın bundan gayrı bir de Mülksüzler kitabını okuduğumu belirteyim yani yazarlığı hakkında bildiğim ikisi kadardır. Bundan dolayı da bu kitaplar üzerinden bir değerlendirme yapmayı düşünüyorum. Sonra bana kızıp yazarlığı bırakmasın.
neden hayal kırıklığı yarattığı sorusunun başlıca sebebi beklentimin yüksekliği olsa gerek. yani hakkında edilmiş onca kelama inanıp alıyorsunuz haliyle yüksek perdeden bir kitap iştiyakıyla okumaya başlıyorsunuz. sonuç beklentinin altında kaldığı için hüsran oluyor. eklemek lazım gelir ki kişiden kişiye göre beklentiler farklı olabildiği için değerlendirmeler de farklı olabiliyor beğenenler muhtemelen benim penceremden bakmadıkları için beğeniyorlar.
kitap atmaca namıyla meşhur bir büyücünün etrafında şekilleniyor.
5 kitap boyunca onun çocukluktan yaşlılığa kadar yaşadığı serüvenleri izliyoruz.
buraya kadar her şey iyi. ancak ursula ablamızın kahramanı takdim şekli biraz farklı zira kahramanımız atmaca bir kadın yazar tarafından yazıldığı için sanırım biraz insansı. bunda ne var diyebilirsiniz. diyebilirsiniz demesine ama fantastik roman sever olarak ben kahraman dedin mi öyle her an ağlayacak adamları sevemiyorum sevemediğim için de kitap beni sarmıyor.
şimdi bu insansı meselesi önemli. eğer kazancakis kitabı okusam bunu anlarım çünkü ben onun insanı anlatışını seviyorum ve o da zaten insanı anlatan kitaplar yazıyor. her şeyiyle insan tabiatını kavrıyorsunuz kazancakisin yazılarında. ama iş fantastik hikayelere gelince durum farklı. o kahramanın zayıflıkları olacak tabi ki ama okudukça yazarın o kadınsı tadını almamalısınız. bunu aldığınızda büyü bozuluyor. viktorya dönemi romantizmi gibi bir şey çıkıyor ortaya.
bir de dikkat ettiğim bir şey atmaca esas oğlanımız gibi durmasına rağmen seri ilerledikçe geri plana atıldığı hissine kapıldım. bilhassa atuan mezarları kitabında bunu çok yaşadım.
elbette seri bu türden kitaplar arasında yine de iyi bir yeri hakediyor. ancak belirtmeden geçemiciiim bir husus miyazaki dedenin ( oğlu yapmış yeni öğrendim) bu seriden yola çıkarak yaptığı anime kitaptan daha güzel. Ne diyelim allah kadınları başımızdan eksik etmesin.
Baki selamlar.

Kitap hakkında ayrıntılı bilgi için tık eyleyiniz.
Kitabın animesi hakkında bilgi için tık eyleyiniz.

8 Şubat 2014 Cumartesi

HAYAL KIRIKLIĞI KİTAPLARI SEÇKİSİ -1: BELGARİAD SERİSİ

Bu yazımda siz internetin derinliklerin kopup gelmiş üç beş kişiye bende hayal kırıklığı yaratan bazı kitaplardan bahsetmek istiyorum. ölümlü dünya birilerinin bunu yazması gerekiyor. ve o neden ben olmayayım.
birinci kitap david eddings isimli fantastik eser camiasında bilinen bir abimizin beşleme şeklinde yazdığı Belgariad serisi. Seridir güzeldir deyip almıştım bu kitabı. hani tezgahta irice kızarmış cilalı milalı şeftalileri görürsünüz de alırsınız eve gelince tatsız tuzsuz bir şey çıkarya bu kitapda aynen böyle hissetmiştim. bir heves giriştim okumaya daha birinci cilt bitmeden eyvah dedim eyvah ki ne eyvah. çocuklara bile öneremeyeceğim tarzda basitçe kaleme alınmış gelişigüzel bir kitaptı. olaylar nasıl gelişiyor niye gelişiyor noluyor lan demeye kalmadan geçip gittiler beynimde kekremsi bir tat oluşturmakla kaldılar.
şimdi burada george martins abinin dediği bir şey vardı hani fantastik eserlerde olması gereken unsurlar. işte bu kitapta bunların hepsi var. eee ne eksik. eksik olan şey edebiyattı. ucuz bir yazım. ucuz bir anlatım. sanırım para kazanmak için yazılmış. olan benim 20 tlye oldu. allahtan ikinci elden almışım.
bir de kardeşim o kitabın kapağındaki resimler ne öyle yahu. çocuğa versen daha güzel bir şey çizerdi. gerçi burada bir şeyi de belirtmek gerekiyor. bu fantastik eserlerin kapak tasarımları neden bu kadar kötü olur anlamıyorum. sallandıracaksın bunların birkaçını entlerin üstünde atacaksın moria madenlerine bak bir daha böyle şeyler çizebiliyorlar mı.
daha çok şey yazardım lakin emeğe de saygılı olmak gerekiyor. sonuçta yazı yazmak kutsal bir eylem. adam öyle böyle beş kitap yazmış. bu kadarı kafidir sanıyorum.
Baki selamlar.

GALİZ KAHRAMAN/ İHSAN OKTAY ANAR

İhsan oktay anar kitaplarının hepsini okuyan biri olarak iyi dinleyin sözlerimi kulak verin bana herkes öldürür sevdiğini kimi bıçakla kimisi de yazıyla. oskar dayının da dediği gibi ihsan abi ilmek ilmek kurduğu saltanatı bu kitapla sarsmış gözüküyor. sevmedim kitabı. öyle ergence bir tavırla yeaaa olmamış demiyorum sevmedim diyorum. sevmedim çünkü önceki kitaplarından sonra bu dağa tırmanan bir adamın öbür tarafa geçmek isterken tekrar yokuş aşağı vadiye inmesi gibi olmuş. olmamış.
ihsan oktay bizi bir şeye alıştırmıştı. bir neo fantazyaya. ottoman empayrın fantastik havasından ,tutup cumhuriyete geçivermiş.
önceki kitaplarını niye sevmiştim yaptığı göndermeler yüzünden bir de kurguladığı karakterlerin o dönemde absürt kaçmasından. bu kitapta ne var . gene absürt bir karakter belki ama dönem son dönem istanbulu.
kısaca şunu demek istiyorum ki ihsan oktay geleceğe değil geçmişe doğru gitmeli.gelecek ayrıntı olarark kalmalı. o bu dönemin insanı değil. o yüzden moderleşmeden moderleşmiş dünyadan uzak durmalı. o bir masal anlatmalı. günümüzde hikayeperdazlar fazla kalmadı bari ihsan oktayı kaybetmeyelim.
kitaba gelince kötü bir kitap değil sadece yukarıda saydıklarım yüzünden sevmedim. şöyle bir özet geçebilirim bir kahraman var ve çok galiz. :))))))
bir şey daha kahramanımızın dayısı vardı kitapta. en çok onu sevdim karakter olarak. okuyun siz de seversiniz.
baki selamlar.

KELEBEK / HENRI CARRIERRE

Yıl 1989 ya da 90 tam emin değilim ama çocuk olduğum aşikar. trt bir film yayınlamıştı filmden bir sahne aklımda kalmış hiç unutamamıştım. sahnede bir adam uçurumun kenarında dikilmiş, sarı saçları rüzgarda uçuşuyor önündeki denize doğru bakıyordu ve aşağıda hindistan cevizlerinden bir sal vardı ya da ona benzer bir şey. adamın karnında da kelebek dövmesi vardı. çok sonraları yıl iki bin civarında elime bir kitap geçti adı kelebek olan bu kitabı alır almaz daha okumadan o filmin kitabı olduğunu anladım ve hemen başına geçip okudum. ama nasıl okumak yemek yer gibi aç gibi kurt gibi öylece soluksuz okudum kelebek romanını.
muhteşem bir roman diyebilirim. sıkmadan hapishane hayatını çarpıcı bir şekilde aktarır. yazar aynı zamanda kahramanımızdır ki kendisi haksız yere hapse atıldığını söylemektedir. bilemiyorum belki de sallıyor belki de bu anlattıkları tamamen kurgusal ama yazara inanmak isteyenler ve inananlar benim gibi çoğunlukta.
henri abimiz haksız yere hapse düşer ve olaylar baş döndürücü bir hızla gelişir. hapiste pek çok kaçma teşebbüsünde bulunur bunlardan bazılarında başarılı da olur sonra ne olur onu da okuyunca görürsünüz. Burada belirtmek isterim ki film ile arasında bazı farklar var. yani film kitabın bire bir aynısı değil çok fazla teferruat da vermek kitabın ve filmin büyüsünü bozar bundan gayrısı okuyanın ve izleyenin.
böyle yazarları seviyorum aslında. anlatımları su gibi oluyor okudukça okuyasınız geliyor hiç bitmese diyorsunuz. bence iyi roman bunları dedirten romandır.
bu kitabın bir de devamı var lakin ben onu okumadım. adı banko. neden okumadım ben de bilmiyorum bir ara alıp okumalıyım sanırım.
henri carrierre deyince aklıma travenian geldi şimdi. ikisi de gizemli insanlar. ancak daha da ağırlıklı ortak noktaları anlatımdaki o akışkanlık sanırım. sanırım bundan sonraki yazım travenian hakkında olmalı evet onu da yazmalıyım.
baki selamlar.

7 Şubat 2014 Cuma

KARA KULE SERİSİ 1. ve 2. KİTAP

fantastik kitap okuyucuları muhtemelen duymuş ya da okumuşlardır ancak yine de hakkında bir iki kelam etmek istediğim bir seri kara kule. Öncelikle şunu belirteyim henüz ilk iki kitabı okudum ve stefın kink hakkında çok fazla bilgiye sahip değilim biraz yeşil yol biraz tom gordona aşık olan kız belki birazcık da hayvan mezarlığı. sitefın abimiz kitabın önsözünde yüzüklerin efendisinden , kendisine çarpan arabadan sonra da ergenlik çağlarına dair bir kaç malumat vermek suretiyle bu kitabın yazılış öyküsünü anlatıyor. önsöz okumayı sevmeseniz de ki ben de pek hazzetmem yine de o kısmı okumak da yarar var. 8 kitaplık bir seri ile karşı karşıyayız. bilindik şeyler aslında bir tane kara kule var onun peşinde de esrarengiz bir adam ve yollar.
bu kadar değil tabi. stefın kinkin anlatımı ve süprizler, silahşörün geçmişi zamanda ve mekanda sıçramalar vesair vesair.
ilk kitap silahşör giriş niteliğinde kahramanımızı ve onun hedefini tanımamıza yardımcı oluyor. ikinci kitap olan Üç'ün Çekilişi ise yolculukta ona yardım edecek belki de etmeyecek bilemiyorum destek kuvvetlerin nasıl desem yan karakterlerin girmesini anlatıyor. Daha doğrusu silahşör onları buluyor.
şimdi burda duruyorum ve iki kitabı önceki fantastik eser tecrübelerimle kıyaslıyorum. ben sıkı bir yüzüklerin efendisi fanıyım bundan dolayı her fantastik eseri onunla kıyaslarım. bu seri ortalama bir okuyucuyu tatmin eder niteliklere sahip. ancak beni fazla tatmin etmedi. başta çeviridendir dedim ki çeviri ( duyumsamak kelimesi her geçtiğinde ve " şu halde şöyle yapalım şu halde böyle yapalım" cümleleri her geçtiğinde çevirmene kızmama rağmen) çok iç açıcı değildi. Sonra çevirinin de otesinde bir eksiklik vardı. Kitap beni yer yer sıkıyordu bilhassa ikinci kitapta bu fazlaydı.
ikinci kitaptaki odetta karakteri sırasında iyice sıkıldım. Belki de boyle olmasını kink abi istedi ki odetta şizofren. Şizofren oluncada ikinci kişiliği de devreye giriyor. Bundan dolayı anlatım onun ikilemi uzerine yoğunlaşıyor. Bu da beni sıkıyor.
atraksiyon isteyen ben ikinci kitapta istediğimi malesef bulamadım. Ancak daha altı kitap var ve bunlar giriş mahiyetindeki bolumler olsa gerek.
serinin diğer hitaplarını okudukça yazmaya devam edeceğim. Şimdilik bu kadar.

Amaç, usul, ve diğer şeyler...

İnsanın amaçları ne kadar büyükse kafası da o kadar ağrır der bir hintli filozof. Aslında ben dedim. Ancak hintli filozof sosu her zaman tutar akçedir.
Türkiyede kitap okuma ortalaması nedir bilmiyorum ben çok kitap mı okuyorum onu da bilmiyorum sadece okuduklarımdan aklımda kalanları buraya da yazmak istiyorum. belki bir gün evet belki bir gün uzaylılar bunu bulabilirler ve benim bu düşüncelerimi kendi ırklarına aktarabilirler diye yazıyorum.
imdi imla ve noktalamaya çok dikkat etmeyeceğim. sevmiyorum imlayı sadece nokta belki bazen virgül olacak yazılarımda. zira gerisi boş semboller benim için ve yazanı yoran şeyler.
aslında bazen süratli okuduğum için pek bir şey kalmıyor kitaba dair ancak yine de beni sarsan kitaplar da olmuyor değil. işte ben o kitapların peşindeyim ha bir de bu blog tutarsa belki ücretsiz kitap gönderen yayınevleri bulabilirim böylece ev ekonomisine ufacık da olsa bir katkım olacaktır.
tanıtımlarımı sondan geriye doğru yapmak mecburiyetindeyim. okuduklarım pek aklımda kalmıyor ne yazık ki. bundan dolayı sistemli bir blog sitesi olacağını da sanmıyorum.
eleştirel mi yoksa övgüsel mi olacak sorusunu ben de sordum kendime. ikisi de olacak hatta belki şirinleri bile görebileceksiniz yazı sonunda. zorlama espiriler gerçekten çok bayağı oluyor biliyorum bundan dolayı söz bir daha böyle şeyler yapmayacağım.
bir yazarı beğenirsem mutlaka diğer kitaplarını da okumaya çalışırım o yüzden aynı yazarın birden fazla kitabını yazmak niyetindeyim.
ilk kitap hangisi olsun diye çok düşünmeden az evvel dediğim gibi sondan geriye doğru gideceğim ve steephın kink abimizin ki bazı çevrelerde Stephen King diye de bilinir, Kara Kule serisinden bahsetmek istiyorum.
Seriyi henüz bitirmedim. İkinci cildi dün bitti. Bundan dolayı ilk izlenimlerim olacak.
bu arada unutmadan tür olarak çeşit bolluğu yaşatabilirim sizlere zira kitap konusunda tür ayrımı yapmam. genelde fantastik eserleri okumayı sevsem de bazen kazancakis bazen saramago bazen de eco gibi abilerimizi kitapları burada boy gösterecektir.
mutlaka okuyun demeyeceğim hiç bir zaman , tavsiye kitap okumayı sevmem tavsiye de etmem yazılarım belki bir fikir verir kabilinden olacaklar.
şimdilik bu kadar.